24 Eylül 2007 Pazartesi

Dinde Reform olurmu?

Dinde reform olmaz. Dinin kurallarını insanlar kendisi koymamışki, şimdi reforme etsin. Dinin "muhkemat" (sabit, değişmez) denilen ve Kur'anda açıkça emredilen veya yasaklanan kurallarda nasıl reform yapacaksınız? O zaman Kur'anı da değiştirmeniz gerekecek. Böyle bir düşünce, sanki :"Allahım, sen iyi kural koyamamışsın, ben senden daha akıllıyım, ben senin kuralını değiştirip daha iyisini koyacağım" anlamına gelmezmi? Din bir inanç işidir, inanır ve tabi olursunuz, uyarsınız. Veya inanmaz, ve tabi olmayıp, kurallarına uymaz, ve sonucuna katlanırsız.. Dinin "furuat" denilen (teferruat, ayrıntı) kısmında ise yorumlar yapılabilir. Ancak buna "içtihat" denir ve sadece "müçtehit" özellikli kişiler yapabilir. Zaten mezhepler arası görüş ayrılıkları budur... Aşağıya Din ve Kur'an bir olduğu halde değişik mezheplerin görüşleri nasıl hak olduğunu izah eden bir konuyu açacağım. İsteyen arkadaş okuyabilir, harika açıklıyor Bediüzzaman bu konuyu...
Bediüzzaman Mezhepler hakkında bakın ne diyor : Asırlara göre şeriatlar değişir. Belki bir asırda, kavimlere göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir. Hâtem-ül Enbiya'dan (son peygamber) sonra şeriat-ı kübrası,(büyük şeriatı) her asırda, her kavme kâfi geldiğinden, muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır. Fakat teferruatta,(ayrıntıda) bir derece ayrı ayrı mezheblere ihtiyaç kalmıştır. Evet nasılki mevsimlerin değişmesiyle elbiseler değişir, mizaçlara göre ilâçlar tebeddül (değişir) eder. Öyle de, asırlara göre şeriatlar değişir, milletlerin istidadına göre ahkâm tahavvül (hükümler değişir) eder. Çünki ahkâm-ı şer'iyenin (şeriat hükümlerinin) teferruat kısmı, ahval-i beşeriyeye (insanlığın durumuna)bakar. Ona göre gelir, ilâç olur. Enbiya-yı salife (geçmiş peygamberler)zamanında, tabakat-ı beşeriye (insanlık tabakalarının) birbirinden çok uzak ve seciyeleri (karakterleri) hem bir derece kaba, hem şiddetli ve efkârca ibtidaî (fikri olarak geri kalmış) ve bedeviyete (köylülüğe) yakın olduğundan, o zamandaki şeriatlar, onların haline muvafık (uygun) bir tarzda ayrı ayrı gelmiştir. Hattâ bir kıt'ada bir asırda, ayrı ayrı peygamberler ve şeriatlar bulunurmuş. Sonra âhirzaman Peygamberinin gelmesiyle, insanlar güya ibtidaî (ilkokul) derecesinden, idadiye (lise) derecesine terakki ettiğinden, çok inkılabat ve ihtilatat (değişimler ile) ile akvam-ı beşeriye (insanlık kavimleri) birtek ders alacak, birtek muallimi (öğretmeni) dinleyecek, birtek şeriatla amel edecek vaziyete geldiğinden, ayrı ayrı şeriata ihtiyaç kalmamıştır, ayrı ayrı muallime de lüzum görülmemiştir. Fakat tamamen bir seviyeye gelmediğinden ve bir tarz-ı hayat-ı içtimaiye de (toplumsal hayatta) giymediğinden, mezhebler taaddüd (çoğalmıştır) etmiştir. Eğer beşerin (insanlığın) ekseriyet-i mutlakası (büyük çoğunluğu) bir mekteb-i âlînin talebesi (büyük bir okulun öğrencisi) gibi, bir tarz-ı hayat-ı içtimaiyeyi giyse, (aynı toplumsal hayat elbisesini giyse) bir seviyeye girse; o vakit mezhebler tevhid edilebilir.(birleştirilebilir) Fakat bu hal-i âlem, (dünyanın bu hali) o hale müsaade etmediği gibi, mezahib (mezhepler ) de bir olmaz. Eğer desen: Hak bir olur; nasıl böyle dört ve oniki mezhebin muhtelif ahkâmları (değişik hükümleri) hak olabilir? Cevab: Bir su, beş muhtelif mizaçlı (çeşitli özellikteki) hastalara göre nasıl beş hüküm alır; şöyle ki: Birisine, hastalığının mizacına (özelliğine) göre su ilâçtır, tıbben vâcibdir. Diğer birisine, hastalığı için zehir gibi muzırdır;(zararlıdır) tıbben ona haramdır. Diğer birisine, az zarar verir; tıbben ona mekruhtur. Diğer birisine, zararsız menfaat verir; tıbben ona sünnettir. Diğer birisine ne zarardır, ne menfaattir; âfiyetle içsin, tıbben ona mubahtır. İşte hak burada taaddüd etti.(çeşitlendi) Beşi de haktır. Sen diyebilir misin ki: "Su yalnız ilâçtır, yalnız vâcibdir, başka hükmü yoktur." İşte bunun gibi, ahkâm-ı İlahiye (ilahi hükümler) mezheblere hikmet-i İlahiyenin sevkiyle (Allahın hikmetinin yönlendirmesiyle) ittiba edenlere (uyanlara) göre değişir, hem hak olarak değişir ve herbirisi de hak olur, maslahat (faydalı) olur. Meselâ, hikmet-i İlahiyenin tensibiyle İmam-ı Şafiî'ye ittiba eden, ekseriyet itibariyle Hanefîlere nisbeten köylülüğe ve bedeviliğe daha yakın olup cemaatı birtek vücud hükmüne getiren hayat-ı içtimaiye de nâkıs olduğundan, herbiri bizzât dergâh-ı Kadıyy-ül Hacat'ta kendi derdini söylemek ve hususî matlubunu istemek için, imam arkasında Fatiha'yı birer birer okuyorlar. Hem ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir. İmam-ı A'zam'a ittiba edenler, ekseriyet-i mutlaka itibariyle, İslâmî hükûmetlerin ekserisi, o mezhebi iltizam etmesiyle medeniyete, şehirliliğe daha yakın ve hayat-ı içtimaiyeye müstaid olduğundan; bir cemaat, bir şahıs hükmüne girip, birtek adam umum namına söyler; umum kalben onu tasdik ve rabt-ı kalb edip, onun sözü umumun sözü hükmüne geçtiğinden, Hanefî Mezhebi'ne göre imam arkasında Fatiha okunmaz. Okunmaması ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir. Hem meselâ, madem şeriat, tabiatın tecavüzatına sed çekmekle onu ta'dil edip nefs-i emmareyi terbiye eder. Elbette ekser etbaı, köylü ve nim-bedevi ve amelelikle meşgul olan Şafiî Mezhebi'ne göre "Kadına temas ile abdest bozulur, az bir necaset zarar verir." Ekseriyet itibariyle hayat-ı içtimaiyeye giren, nim-medenî şeklini alan insanlar, ittiba ettikleri mezheb-i Hanefîye göre "Mess-i nisvan abdesti bozmaz, bir dirhem kadar necasete fetva var." İşte bir amele ile bir efendiyi nazara alacağız. Amele, tarz-ı maişet itibariyle ecnebi kadınlarla ihtilata, temasa ve bir ocak yanında oturmaya ve mülevves şeylerin içine karışmaya mübtela olduğundan; san'at ve maişet itibariyle, tabiat ve nefs-i emmaresi meydanı boş bulup tecavüz edebilir. Onun için, şeriat onların hakkında, o tecavüzata sed çekmek için, "Abdest bozulur, temas etme; namazını ibtal eder, bulaşma" manevî kulağında bir sadâ-yı semavî çınlattırır. Amma o efendi, namuslu olmak şartıyla âdât-ı içtimaiyesi itibariyle, ahlâk-ı umumiye namına, ecnebi kadınlara temasa mübtela değil, mülevves şeylerle nezafet-i medeniye namına kendini o kadar bulaştırmaz. Onun için şeriat, mezheb-i Hanefî namıyla ona şiddet ve azimet göstermemiş; ruhsat tarafını gösterip, hafifleştirmiştir. "Elin dokunmuş ise, abdestin bozulmaz; hicab edip, kalabalık içinde su ile istinca etmemenin zararı yoktur. Bir dirhem kadar fetva vardır." der, onu vesveseden kurtarır. İşte denizden iki katre sana misal.. onlara kıyas et. Mizan-ı Şa'ranî mizanıyla, şeriat mizanlarını bu suretle müvazene edebilirsen et.

Hiç yorum yok: