16 Ekim 2007 Salı

Başkaları ne der?

Yaptığı evliliği iki yıl sonra yıkılan kardeşimle bu istenmeyen sonucun nedenleri hakkında konuşuyorken söylediği bir söz çok dikkatimi çekmişti. “Nişanlı iken bu evliliğin yürümeyeceğini anlamıştım. Ama ailem ve başkaları ne der diye bu evliliği yaptım” diyordu. Çünkü daha önce iki defa söz kesilme aşamasından bir defa da nişandan dönen kardeşim, bunların etkisiyle bu evlilik öncesi başkalarının ne diyeceğini fazlaca önemseyerek yanlış bir yola girmişti. “Başkaları ne der” korkusu ile yapılan bu evlilik iki kişinin hayallerini yıkmış ve onları mutsuzluğa sürüklemişti. Bu durum aileleri de olumsuz olarak etkilemişti. Daha da acısı dünya tatlısı bir kız çocuğunu en çok ihtiyacı olduğu bir yaşta aile ortamından uzak ve babasız olarak büyümek zorunda bırakmıştı. İşte sizlerle üzülerek paylaştığım bu yaşanmış örnekte olduğu gibi, bizi biz olmaktan uzaklaştıran, düşüncelerimizi, kararlarımızı ve davranışlarımızı ahtapotun kolları gibi sarıp sarmalayarak bize istemediğimiz davranışları yaptıran ve bizi büyük olumsuzluklarla baş başa bırakan bu “Başkaları ne der” korkusudur.
“Başkaları ne der” düşüncesi bizleri zaman zaman bazı aşırılıklardan, genel ahlaka ve toplum düzenine aykırı hareket etmekten alıkoyuyor olabilir. Ama çoğu zaman bize ayak bağı olmakta, gelişmemizi önlemekte, bizlere büyük yanlışlar yaptırmakta ve kendi hapishanemizi kendimize inşa ettirmektedir. Herbirimizin kendimiz için inşa ettiğimiz bu hapishane belki de dünyada içerisinde en çok mahkum barındıran muhteşem bir hapishanedir.
Zihnimizde inşa ettiğimiz bu hapishanenin alanını gün geçtikçe genişletir, duvarlarını yükseltiriz. Bu hapishanenin içinde yaşadığımızın çoğu zaman farkında bile olmadan iç dünyamızın zenginliklerini, güzelliklerini, bizim için yaratılmış olan bu büyülü dış dünyaya aktaramayız. Sahip olduğumuz potansiyellerimizi bu düşüncemizin oluşturduğu sınırlamalar ve korkular yüzünden değerlendiremeyiz. Zira bu düşünce elimizi kolumuzu bağlar, yaşamdan tat almamızı önler. Bir noktadan sonra da yaşamla bağımızı zayıflatır. Kendimize güvenimizi iyice sarsar. Normal hapishanelerdeki mahkumların çoğunun mahkumiyetleri belli bir süreyle bağlı olarak bittiği yada zaman zaman aflardan yararlanarak özgürlüklerine kavuştukları halde “başkaları ne der”, “el ne der”, “ele güne karşı ayıp olur” düşünceleriyle zihnimizde oluşturduğumuz mahkumiyetimiz çoğu zaman özgürlüğü hiç tadamaz. Oysa, hayat Yaradan’ın bize en büyük armağanıdır. Bir kez yaşanacak olan bu hayatı, kendi duygu düşünce ve görüşlerimiz doğrultusunda ve “başkalarını” fazla karıştırmadan “kendimiz olarak” yaşamamızda bizim Yaradan’a armağanımız olacaktır.
Yaşantımıza dönüp bir bakacak olursak “başkaları ne der” düşüncesi yüzünden yaşayamadığımız güzellikleri, hoş duyguları hayıflanarak sırlayabiliriz. Eşimizle el ele dolaşamamışızdır. Çocuğumuzu başkalarının yanında doyasıya sevememişsinizdir Çocuğumuzla parkta bahçede oynayamamışızdır. Bulunmak istediğimiz yerde bulunamamışsınızdır. Yapmak istediğimiz ibadeti ve inancımızın gereğini yerine getirememişizdir. Sevdiğimiz insanla daha fazla bir arada olamamışızdır. “Başkaları ne der” düşüncesi bunlara benzer yüzlerce güzel duyguyu bizlere yaşatmadığı gibi, zaman zaman hayatımızı karartmak
ve bizi belki de ömür boyu mutsuz edecek sonuçla da karşı karşıya bırakmıştır. Çevremizde başkalarının ne diyeceğinden çekinerek hastalığını saklayıp doktora gitmeyen ve tedavisinin gereğini yerine getiremeyen, nişanlısı ile anlaşamadığı halde başkalarının ne diyeceğinden çekinerek onunla evlenen ve tüm yaşantısını zehir eden, sırf başkaları ne der düşüncesi yüzünden sevmediği mesleği devam ettiren, istemediği okulda okuyan, mutlu olmadığı evliliği yıllarca sürdüren insanlar tanıyoruzdur.
Bu örneklere benzer yüzlercesini hem kendi yaşantımızdan hem de çevremizden verebiliriz. Bu düşünce yüzünden “başkaları” dediğimiz ve herbiri bizim gibi biri olan kişilerin bizim hayatımız üzerinde belli bir ölçünün üstünde söz sahibi olmaları, gayri ahlaki olmayan ve kimseye zararı dokunmayan söz ve davranışlarımızı yönlendiriyor olmaları doğru değildir. Özellikle bir çoğunun doğruluğu ile ilgili üzerinde pek düşünülmemiş ve kültürümüzden, töremizden, inancımızdan, yöresel değerlerimizden geldiği söylenen kavramların esiri olarak bir ömrü geçirmek ne acıdır. İçinde yaşadığımız toplumun genel ahlak kurallarını, inanç ve değerlerini körü körüne ya da “başkaları ne der” düşüncesiyle savunmak ve uygular görünmek yerine, eleştirel bir yaklaşımla bunların doğru ve güzel olanlarını tespit edip isteyerek ve inanarak yaşantımıza aktarmamız elbette daha iyi olurdu. Bu suretle belki de herbirimizin zihninde bazen kendimizin, bazen ailemizin, bazen de çevremizin oluşturduğu, “başkaları ne der” hapishanesinin duvarlarını yıkabilir ve özgürlüğümüze kavuşabiliriz.
Yaradılış itibari ile herbirimiz farklı duygu, düşünce, görüş ve zevklere sahibiz. Halbuki, “başkaları ne der” düşüncesi herbirimizin farklılıklarını yok ederek renklerimizi, kokularımızı birbirine benzetecek tehlikeli bir tuzaktır. Oysa, Yaratan isteseydi bizleri tek tip ve birbirimizden farksız yaratabilirdi. Farklı yaratıldığımıza göre bunun gereği olarak kendi duygu ve düşüncelerimiz doğrultusunda ve “başkaları ne der”’den mümkün olduğu ölçüde uzaklaşarak yaşamamız hem bir hak hem de bir görevdir sanırım.
Aksi taktirde Nasrettin Hocanın başına gelenler zaman zaman bizim de başımıza gelebilir. Hani hepimiz biliriz; Hoca, karısı, çocuğu ve merkebi yolculuk yapıyorlarken merkebe binme konusunda diğer insanların ne dediklerini fazlaca önemsediklerinden ve karşılaştıkları herbir insanın da doğal olarak bu konuda farklı düşünceleri olduğundan dolayı merkebe kimin binmesinin daha doğru olduğuna bir türlü karar vermemişlerdi. Sonunda, Hoca çareyi merkebi sırtına almakta bulmuştu.
İşte kendi mantığını kullanmayan ve başkalarının ne dediğine fazlaca önem veren Hocaya, nasıl birkaç söz merkebi taşıttıysa, zihnimizdeki “başkaları ne der” ‘in yarattığı olumsuzluklar, korkular ve sınırlamalar da bizlere kim bilir ne yanlışlar yaptırır, ne merkepler taşıttırır. Bizleri kim bilir ne gün görmez hapishanelere kapatır. Bu durum belki de bizi başkalarına bağımlı ve hatta köle yapar. Aslında; duygu, düşünce ve davranışlarımızdaki dayanak noktalarımız sağlam ise binlerce kişinin düşüncemizin karşısında olmasının ve ne dediğinin pek bir önemi yoktur. Bu başkalarının düşüncelerine kapalı olmak, onları dinlememek anlamına gelmez.
Elbette insanlarla bilgi alışverişinde bulunacağız. Ama başkalarının ne diyeceğinden korkarak doğru bildiğimiz kendi söz ve davranışlarımızı ortaya koymaktan da kesinlikle çekinmemeliyiz.
Öyleyse gelin; Toplumun temel değerleri ve evrensel değerlerle çelişmeyen söz ve davranışlarımızda “başkaları ne der” düşüncesine fazla yer vermeyelim. Doğru bildiğimiz uğraşta başkalarının alaylarına ve yönlendirmelerine kapılmayalım. Yaşamımızın her anını başkalarına göre değil kendimize göre şekillendirelim. Başkaları tarafından onaylanmama korkusundan kurtulalım. Başkalarının istediği gibi olmamızın mümkün ve doğru olmadığını bilerek kendi tarzımızı ve seçimlerimizi açıkça ortaya koyalım.
Aslında, kişilikli olmamız ve kişilere göre eğilip bükülmeyen söz ve davranışlarımız bir süre sonra mutlaka başkaları tarafından da taktir görecektir. Unutmayalım; kusurlarımız ve yetersizliklerimiz mutlaka olacaktır. Biz mükemmel olsak bile her insanın bakış açısı ve bulunduğu yere göre olayları değerlendirmesi farklı olacağı için her zaman bize söyleyecekleri bir şeyleri mutlaka olacaktır. Olayları, insanların düşüncelerini ve ne diyeceklerini her zaman denetimimiz altında tutamayız. Bu nedenle, başkalarının ne diyeceğinden ziyade aynanın karşısında bizim kendimize ne diyeceğimiz daha önemlidir.

Hiç yorum yok: