16 Ekim 2007 Salı

Evlilik

EVLİLİK

Evlilik yaşantımızda çok şeydir. Yaşantımızı üç önemli evreyle tanımlayacak olursak bunlar; doğumumuz, evliliğimiz ve ölümümüzdür diyebiliriz. Doğumumuz ve ölümümüz bizim kararımızla olmuyor. Hükmümüz altında değiller ve kader dediğimiz ilahi tasarruflardır. Peki ya evlilik öylemi? Aksini söylesek de, itirazlar etsek de, bahaneler üretsek de evlilik bizim bir kararımızdır ve büyük oranda hükmümüz altındadır. Yani insan olarak bize bahşedilen akıl, mantık, duygu, görüş ve zevklerimize uygun olarak eş seçimi yaparak evleniriz. Bizim adımıza eş seçimini başkaları yapmış da biz itiraz etmeden ona uymuşsak bu yine bizim kararımız sayılır.
Evlilik, yaşantımızın çok şeyidir demiştik. Elbette öyledir. İki ayrı kişi genellikle yaşamlarının en zinde, en sağlıklı ve en üretken dönemlerinde biraraya gelerek şu anlarını, geleceklerini, sevinçlerini, üzüntülerini, varlarını, yoklarını hülasa her şeylerini ellerinden geldiğince paylaşarak bir yastıkta kırk yıl belki de daha fazlasını geçireceklerdir. Bu biraraya gelme ve yaşantımızı birleştirme kararı her şeyimizi o kadar etkilemektedir ki, hayatımızın amacı olan mutluluğumuzu ve bir defalık bize bahşedilen bu güzel hayattan gerekli lezzeti almamızın ya da almamamızın en büyük belirleyicisi olmaktadır. Zira, yanlış bir eş seçimi sonucunda hayatımızın yarıdan fazlası ziyan oldu demektir.
Zaten hepimiz evliliğin ve eş seçiminin çok önemli olduğunu kendi yaşantımızdan biliyoruz. Yalnız çoğumuz bunun önemini evlendiğimiz yıllarda değil de çok sonra öğreniyoruz. Çünkü o yıllarda eş seçimi ile ilgili temel bilgilerden ve bunun öneminden fazla haberdar değilizdir. Öncelikli olarak güzellik, arzu ve istekler ile zenginlik, güç, çıkar ve konum üzerine kurulmuş evlilikler gerçek değillerdir. Bu tür evlilikler uzun süre yürümezler ve mutluluk vermezler. Elbette fiziksel çekiciliğin göz ardı edilmediği fakat karşımızdakinin güzel ahlaklı, nazik, anlayışlı, sorumlu, sevecen ve özellikle de gelişmeye açık olduğunu görüp, anlayıp onu takdir etmeye ve ona saygı duymaya dayalı olarak kurulan evlilikler daha güvenilir ve uzun ömürlü olurlar. Evlilik, uzun ince bir yoldur ve duygu yakınlığı, paylaşım ve iyi iletişim becerisi ister. Bunları destekleyen temel ve vazgeçilmez etken de sevgidir, merhamettir, fedakarlıktır ve vefadır.
Ayrıca, evlenmeyi düşündüğümüz kişinin bizden ziyade diğer insanlara ve canlılara gösterdiği acıma, yardımlaşma, hoşgörü, paylaşma ve sevecenlik duygularının varlığı ve yokluğu, dostluk ve arkadaşlık anlayışı, nesneleri ve parayı mı yoksa insanları mı önemli gördüğünü, bazı şeyleri paylaştığı insanlara bakışı yani vefa anlayışını, dünyaya ve olaylara olumlu mu yoksa karamsar mı yaklaştığı gibi kişinin gerçek yapısını ortaya koyan duygu görüş ve davranışlarını inceleyip karar vermemiz bizi daha az hayal kırıklığına uğratacaktır. Bütün bunlar ve bunlara benzer konularda bizim değer ve görüşlerimize ortalama olarak yakınlık ve uyum gösteren bir kişiyi hayat arkadaşı olarak seçebiliriz Ancak bütün bunlar kadar önemli bir şeyin daha var olması şartıyla. O da iki kişi arasında duygusal bağın oluşturulabilmesidir. İki kişi arasında duygusal bağ oluşturulamamışsa eğer, uzun süreli özlenen bir beraberlik sürdürülemez. Birbirimizi seviyoruz ya bu yetmez mi diyebilirsiniz. Sevgi duygusal bağ demek değildir. Gülü, çiçeği, yeni doğmuş bir yavruyu candan sevebiliriz ama bu duygusal bağ oluşturduğumuz anlamına gelmez. Duygusal bağ, aşık olmak da değildir. Hayalimizdeki birini görür ve içinde bulunduğumuz ruh halimizle de duygularımız yoğunlaşır ve bir görüşte aşık olabiliriz. Sevgi ve aşk gelişmelere göre kısa sürede bitebilir ve hatta yerini nefret etme alabilir.
Ya duygusal bağ öyle mi ? Adı üzerinde karşımızdaki ile duygularımızı paylaşmak, uyumlularını birbirine bağlamaktır. Kısacası bu yolla birbirimize gönüllü ve bilinçli sımsıkı bağlanmaktır. Zira, insan duygudur ve duyguları uyumlu olan ve bunların farkında olarak birbirine bağlanan insanları zorluklar fırtınalar ayıramaz. Hatta böyle insanları ölüm bile ancak fiziksel olarak ayırabilir.
Eğer, eşimizle bu duygusal bağı oluşturamamışsak, 20-30 yıl sonra eşimizin yüzüne bakıp sen de kimsin diyebiliriz. Evlilikle birlikte, birbirimizi fiziksel tanımamızı yeterli görerek, birbirimizi duygularımızla tanıma ihtiyacını çoğunlukla hissetmiyoruz. Zamanla evliliklerimizde fiziksel ihtiyaçların karşılanması üzerine yürüyüp giden bir birliktelik durumuna dönüşüyor. Ne yazık ki çoğumuz bunun farkında bile olmadan kabullenip yaşıyoruz. Belki de çevremizden, anne ve babamızdan gördüğümüz evlilik örnekleri böyle olduğu için bu tür bir birlikteliği hiç yadırgamıyoruz, sorgulamıyoruz. Sorgulamıyoruz ama 20-30 yıl sonra eşimizin yüzüne bakıp sen de kimsin. Ben seninle hiç yaşamamış gibiyim diyebiliyoruz. Bazen 3-5 saatlik nitelikli bir beraberlik yaşayan iki dost kişi, duygu ve düşüncelerini rahatça paylaşmaları, iç dünyalarını karşılıklı birbirine açmaları sonunda, 5-10 yıllık niteliksiz bir beraberlik yaşayanlardan daha fazla birbirlerini tanıyabilirler. Duygusal bağ oluşturabilirler. Unutmayalım, beraberliğin niceliği değil, niteliği önemlidir.
Birbirimizin sahibi değiliz. Onur eşitliği başta olmak üzere her türlü eşit haklara sahip iki dost olduğumuzu kabul edersek eğer, sevgiyi ve duygusal boyutu oluşturabilmemin ilk adımını atmış oluruz. Bunun yanında sözlerimizin tavır ve davranışlarımızın da bu muhteşem dostluğa yakışır olması gerekir. Sivri dil yerine tatlı dili, uzaklaştıran bizden soğutan tavır yerine önyargısız ve sevecen bir tavrı, kaba, hükmedici yapay, ben bilirimli, kızgın ya da soğuk davranışlar yerine, kucaklayan, güler yüzlü, nazik, eşitlik belirten samimi davranışları benimseyerek ve yeri geldiğinde onurumuzu zedelemeden, kişiliğimizi değiştirmeden bazı tavizler vererek dostluğumuzun ve evliliğimizin tadını çıkarsak nasıl olur? Zira iyi bir ödün, uzun ömürlü bir ilişki için hayati bir yarar sağlayabilir. Yerine göre ödün verebilmek gerçekten bir sanattır. Bu sanatı, birazcık çıkarlarımızdan vazgeçerek ve bencillikten sıyrılarak icra edebiliriz. Bunun tersi olan stres ortamı, kavga, gürültü, kırılma, küslükler ve bunların yaratacağı güven bunalımı ile birlikte huzursuzlukları yaşamak daha mı iyi olur? Evliliklerimizi güzel zemine oturtmak için düşünce yapımızı, evliliğe bakışımızı gözden geçirelim. İletişim becerimizin kalitesini yükseltelim. Birbirimize karşı sakin, sabırlı, sevecen ve saygılı olalım. Aksi halde mutlu olmanın temel koşullarına sahip olduğumuz halde, birbirimizi alabildiğine mutsuz eden, sözde hayat arkadaşları durumuna düşeriz.
Birbirimize adanmış ve bir daha yaşanmayacak olan bir hayat, neden basit kaprislerin, bilgisizliklerin, düşüncesizliklerin, hırsların ve bencilliklerin kurbanı olsun ki? Neden durup düşünmüyoruz, didişerek bu muhteşem yaşamı birbirimize zehir ediyoruz. Bir gülümsemeyle halledebileceğimiz bir sorunu kırk katır mı, kırk satır mı yöntemiyle çözmeye çalışıyoruz. İlişkimizi gereğinden fazla analiz ederek zevkten ziyade işkenceye dönüştürüyoruz. İki değişik insanın bir tek kişi gibi düşünmesinin, davranmasının mümkün olmadığını neden kabul etmiyoruz. Çarenin, birbirimizi olduğu gibi sevmekten geçtiğini ve oluşturduğumuz bu sevgiyle uyumsuzluklarımızı ve yanlışlıklarımızı giderebileceğimizi, bundan yararlanabileceğimizi neden düşünmüyoruz. Sevgi ve saygıya dayanan ideal evliliklerde bile her zaman mutlaka görüş birliğinin olamayacağını, bunun için diyalogu ve iyi niyeti devam ettirmemiz gerektiğini neden önemsemiyoruz. Ufak tefek sorunların farklı değerlendirilmesinden dolayı bazen evliliklerimizin bozulmasına neden musade ediyoruz? Yaşadığımız günlük olağan sorunlar karşısında eksilen duygusal hesabımıza, iyi bir davranış, güzel bir söz, küçük bir hediye ile yeni yatırımlar neden yapmıyoruz? Niye eşimizden küçük de olsa olumlu bir davranış gördüğümüzde onu onurlandırmıyoruz, takdir ve teşekkürümüzü iletmiyoruz? Neden ortak yaşama alanlarımızda birbirimizle gönüllü yardımlaşmıyoruz, sorumlulukları paylaşmıyoruz? Yaptığımız bir yanlıştan dolayı ondan özür dilemeyi gereksiz görüyoruz? Özür dilemek bir zayıflık belirtisi değildir. Aksine kendimize güvenin ve kusursuzluk peşinde olmadığımızın bir belirtisidir. Her zaman haklı çıkmak gibi bir zihinsel hastalığa tutulmamışsak eğer, eşimizle yapacağımız yapıcı tartışmada kaybeden yok yaklaşımı içerisinde, birçok konuda iş birliği yapabilir ve ondan birçok şey öğrenebiliriz. “Yanılmış olabilirim” ya da “Haklı olabilirsin” gibi basit bir söz ilişkilerimizde harikalar yaratabilir. En doğru düşüncemizde bile biraz yanlış olabileceğini, en kötümüzde bile biraz iyilik bulunabileceğini dikkate alırsak, uyuşmazlıkları en azından kötüleştirmeyiz. Unutmayalım, bir insan bütünüyle iyi olamayacağı gibi, büsbütün de kötü olamaz.
Başkaları ile ilişkilerimizde iyi insan, kibar insan olabilmek için gösterdiğimiz çabamızı, güzel davranışlarımızı, güzel sözlerimizi, gülümsememizi, sohbet ve esprilerimizi neden eşimizden esirgiyoruz? Aslında güzel şeylerin en güzeline layık olan eşimizdir. Çünkü o diğer dostlarımız gibi zamanın bir bölümünü değil, hayatın tümüne yakınını bize adamıştır.
Öyleyse gelin; dünyanın bu en uzun ve en güzel organizesinin organizatörleri olarak, her şeyi yeniden gözden geçirelim. Evliliğimizde aksayan yönleri tespit ederek, olumlu düşünce ve davranışlarla huzur ve mutluluğu eşimizle birlikte yakalayalım. Aksaklıkları iyi niyet ve bilinçli davranışlarla giderilmiş bir organizasyonun uyumu ve ahengi de iyi olacağından meydana gelen ürünler de iyi ve sağlıklı olacaktır. Zaten yaşamımızın bir gayesi de bu değil mi? Evliliklerimizi birbirimiz için çıkmaz sokak haline dönüştürmeyelim. Mevcut şartlar içinde daha huzurlu ve mutlu olabilecekken, bize bahşedilen akıl düşünce ve öğrenme kabiliyetlerimizi kullanmayarak, hem kendimizi hem eşimizi hem de çocuklarımızı mutsuz etmeyelim.
Yanlış bir eş seçiminin hayatınızın yarıdan fazlasını ziyan edeceğini söylemiştik. Evet, bir ömür didişmeyle, kavgayla geçirilir mi? Geçiriliyorsa bu doğru olur mu? Ne yaptığını bilmeyen ve gördüğü gibi yaşayan kalıplanmış insan olmaktan çıkalım. Kendimizi geliştirelim. Eşitlik belirten ve esnek davranışlar sergileyelim. Böylelikle yuvamızda ahengi ve sevgi ortamını oluşturalım. Ailemiz bizim bahçemizdir. Onu kimseye çiğnetmeyelim. Bizim dışımızdan, ailemizin içine etki ederek huzur ve mutluluğumuzu bozan söz ve davranışlara müsaade etmeyelim. Bunlar annemiz, babamız da olsa bunu yapmayalım.
Evliliklerimize duygusal boyutu da katalım. Nitelikli beraberlikler yaşayalım. İç dünyalarımızı birbirimize açarak, birbirimizin özelliklerini, duygularını, bizden, evlilikten ve hayattan beklentilerini öğrenerek mutluluğumuza katkıda bulunalım.
Yapıcı tartışma yapalım, yıkıcı olmayalım. Dünü, bugünü ve yaşanacak olan yarını düşünerek birbirimizden gurur duyacağımız davranışlar sergileyelim. Yalana, riyaya, bencilliğe, cimriliğe, kabalığa, umursamazlığa, merhametsizliğe ve vefasızlığa son verelim. Sevinçlerimizi, coşkularımızı ve varlarımızı cömertçe paylaşalım. Eşimize, “Sana ihtiyacım var. Sen olmazsan hayatım anlamsız olurdu” diyelim ve onu sevdiğimizi söyleyelim.
Birbirimizin gözünde nefret ve hayal kırıklığı değil, yaşama sevinci ve sevgiyi görelim.

Hiç yorum yok: