16 Ekim 2007 Salı

Kızmak

K I Z M A K
Kızmak, öfkelenmek ve ani tepki vermek insan olarak hem kendimize hem de çevremize çok büyük zararlar veren duygu ve davranışlarımızın başında gelirler. Zihnimizin çalışma düzenini alt üst ettikleri gibi, insani ilişkilerimizi de bozarlar. Kızgınlık ve asabi haller, insan ilişkilerinin mayınları gibidirler. Kimse bu mayınların yakında bulunmak istemez. Konuşmalarımız ve davranışlarımız iki adımdan oluşmaktadır. Birinci adımı düşünmek, ikinci adımı ise düşündüğümüzü konuşma ya da davranışlarımıza yansıtmaktır. İşte kızmak, öfkelenmek ve ani tepki vermek güzel söz ve davranışımızın birinci adımı olan düşünme safhasını ortadan kaldırdığından, bu durumda iken sarf ettiğimiz söz ve davranışlarımız bize yakışmadığı gibi sevdiklerimizin ve arkadaşlarımızın yanında bizi zor durumda bırakmaktadır.
Kızmak ve öfkelenmek özümüzden ve benliğimizden gelen tutum ve davranışlar değillerdir. Benliğimize sonradan yerleşmişlerdir. Belki de bu yolla kestirme neticeler aldığımız için bu tutum ve tutkumuzu pek yadırgamadan yıllarca birlikte yaşıyoruz, içimizde yaşatıyoruz. Küçük faydalarını tattıkça büyük zararlarının farkına bile varamıyoruz.
Oysa kızmanın, öfkelenmenin düşünce yapımıza, sağlığımıza ve çevremize verdiği zararların bir farkına varabilsek, yüz hatlarımızın girdiği şekli bir görebilsek. Zira, kızmış bir insanın etrafa yaydığı olumsuz enerji ve antipatik durumundan yalnız insanlar değil, hayvanlar bile rahatsız olurlar ve oradan uzaklaşırlar. Biz bu durumda iken sinir sistemimiz ve onun etkilediği mide, kalp, damar ve tansiyonumuzun ne durumda olduğunu hiç düşündük mü? Bütün bunların cevaplarını ve yüzümüzün aldığı o korkunç hali sakin bir şekilde düşünecek olursak, aslında benliğimiz hiç de böyle bir duruma düşmek istemez. Çünkü benliğimiz kendisine sıkıntı ve zarar veren durumlardan kaçınmak ister. Öyle de, yine de bu kızma ve öfkelenme duygumuza yenik düşüyoruz. Peki neden kızıyoruz, öfkeleniyoruz ve ani tepkiler veriyoruz diye düşünecek olursak bunun cevabını tam olarak bulmamız mümkün görünmüyor. Belki de ;
Ø Kendimizi fazla önemsememizden,
Ø Kendimizi fazla beğenmemizden,
Ø Başkalarını bu yolla denetim altına almak istememizden,
Ø Birisi üzerinde denetimi kaybetme korkumuzdan,
Ø Hayatı çok ciddiye almamızdan,
Ø Karşılaştığımız olayları çözmede yetersizlik ve acizlik hissettiğimizden,
Ø Herkesin ayrı düşünme ve algılama düzeninin olduğunu bilmemekten ya da bunu kabul etmemekten,
Ø Onda kendimizi bulamadığımızdan,
Ø Kişileri kendimize benzetmek istememizden ve çoğu zaman bunu başara mamızdan,
Ø Her insanın kabiliyetlerinin, eğilimlerinin farklı olduğunu kabul etmemekten,
Ø Sabırsızlığımızdan, aceleciliğimizden, hoşgörüsüzlüğümüz-den, zaman ayıramayışımızdan, emek veremeyişimizden, bencilliğimizden ve mükemmeliyetçilik hastalığına yakalanmış olmamızdan,
vb.. bir çok nedenlerden dolayı çevremizde iletişim içinde olduğumuz insanlara kızarız, öfkeleniriz ve bunun sonucunda da ani tepkiler veririz. Tabi bu ani tepkilerimiz önceden de ifade ettiğim gibi, çoğunlukla düşünme safhasından yoksun olduğundan kırıcı, yaralayıcı olmakta, stres ortamı oluşturmakta ve sevdiklerimizle aramızı açmaktadır. Bu duruma düşmemek çoğunlukla elimizdedir. Çünkü, farkında olduğumuz ve beğenmediğimiz tutku, tutum ve alışkanlıklarımızı değiştirebiliriz.
“Ben halimden memnunum . Öfke benim işime yarıyor, ben onsuz edemem” diyorsanız bu sizin bir seçiminizdir. Öfkelenerek sinir sisteminizi alt üst edip, gözleriniz fal taşı gibi açılmış bir vaziyette yaşamaya devam edebilirsiniz.
Ama; “Ben bu tutumdan hoşnut değilim, içimdeki güzellikleri, iyilikleri bu tutumum yüzünden istediğim gibi insanlara yansıtamıyorum. İstemediğim halde kırıcı oluyorum, sevdiklerimi kendimden uzaklaştırıyorum ve tabi ki üzülüyorum” diyorsanız, değişmeyi bilinçli olarak istiyorsunuz demektir. Evet değişmeyi istemek değişim için gerekli ve önemli bir şarttır. Buna karar verdikten sonra değişim için gerekli olan sabırlı olma ve değişime zaman tanıma ile birlikte, davranışlarımıza yön veren düşünme ve algılama düzenimizde değişiklikler yapmamız gerekecektir. Yani karşılaştığımız her olayı etki-tepki düzeninin dışına çıkarak daha güzel nasıl çözülebilirimi sürekli olarak düşünmemiz ve sakinlik içerisinde davranmamız gerekmektedir. Zira, kızma ve asabi hallerin panzehiri sakinliktir. Sakinlik, kendimize seçenekler üretme zamanı tanımamızı sağlar.
Aslında bizi öfkelendiren kişi mi, olay mı, yoksa içinde bulunduğumuz ruh halimiz mi? Aynı türden olaylara farklı tepkiler verdiğimize göre herhalde içinde bulunduğumuz ruh halimiz öfkelenmemizde daha belirleyici olmaktadır. Birileri dünyayı bizim gördüğümüz gibi görmüyor diye sinirlenmek, kızmak niye? Asıl gerçek herkesin farklı olduğudur. Birilerini aşırı derecede değerlendirme ve analiz etme eğilimimizden vazgeçmeliyiz. Çünkü herkesin ayrı düşünme ve algılama düzeni vardır. Bunu kabul etmemiz halinde rahatlarız. Benim gibi niye düşünmüyor, algılamıyor diye kendimize ve başkalarına eziyet etmeyiz.
Kendimizi aşırı önemsemekten ve beğenmişlikten bir an önce sıyrılalım. Bu durum bizi kibirli yapar, her şeye kızma ve hiçbir şeyi beğenmeme gibi olumsuzluklara götürür.
Öfkeyle başkalarını denetim altına alma isteğimiz, bozuk bir psikolojimizin ve kişilik sorunumuzun olduğunu gösterir. Bencilliğimizi, acizliğimizi, eşitlikçi ve onura saygılı olmadığımızı ortaya koyar. İnsanlar olarak hepimizin hataları, eksiklikleri, yetersizlikleri hep olmuştur ve olacaktır. Bu çok normaldir. Hatalar bizim öğretmenlerimizdirler. Bizleri geliştirirler. Onun için kendimizin ve diğer tüm insanların hatalarını, eksikliklerini ve yetersizliklerini bu gözle görmeye başlarsak öfkelenmemizin gereksiz olduğunu anlarız.
Karşılaştığımız olayları çözmede gerekli sabrı, emeği ve zamanı ayıramadığımızda ve de kendimizi bilgi ve tecrübe açısından yetersiz gördüğümüzde çoğunlukla kızma ve öfkelenme yolunu seçiyoruz. Bu yolla yetersizliğimizin ve sabırsızlığımızın acısını karşıdan çıkarmaya çalışıyoruz. Aslında, her konuda kendini yenilemiş ve yetiştirmiş bir insanın kızmadan, öfkelenmeden karşılaştığı tüm sorunları çözmesi, insanlarla sürekli dengeli ve güzel ilişkiler kurarak yaşaması mümkündür. Bu durumdaki bir kişi, eğer sorun karşısındakinden kaynaklanıyorsa, kızmak yerine kendini geliştiremediği ve dar kalıplar içinde yaşadığı için ona acıma duygusu ile yaklaşır. Yani, kızmak yerine acımak ne güzel bir tutum değil mi?
Öyleyse gelin; gürültülü etkisiz olmaktansa, sessizce etkili olma yolunu seçelim. Saldırgan ve kavgacı olmak yerine, yumuşak ve güzel huylu olalım. Esnek bir zihin yapısıyla, karşılaşabileceğimiz beklenmedik olumsuzluklara sakince, sağlıklı çözümler bulmaya çalışalım. Öfkelenen kişinin tuzağına düşüp bize de öfke virüsünün bulaşmasına izin vermeyelim. Bu gibi durumlarda soğukkanlılıkta büyük güç vardır. Bu güçten mutlaka yararlanalım. Mükemmeliyetçilik adına sevdiklerimizin hatasız olmalarını isteme hatasına düşmeyelim. Bazı eksiğini ve yanlışını gördüğümüz insanlara kızmak yerine acımayı tercih edelim. Onların bu eksikliklerini ve yanlışlıklarını gidermeleri için yardımcı olalım.
Kızarak, öfkelenerek ve ani tepki vererek hayatı hem kendimize hem sevdiklerimize hem de diğer insanlara zehir etmeyelim. Birbirimizin elinden ve dilinden emin olarak yaşayalım. Unutmayalım, ne kadar çok şeye kızıyor ve öfkeleniyorsak, kendimizi o kadar geliştirmemiş ve dar kalıplar içinde yaşıyoruz demektir.

Hiç yorum yok: