16 Ekim 2007 Salı

Mutluluk

MUTLULUK

“Mutlu olmak, yaşamımızın ana gayesidir.” Evet, hepimiz mutlu bir hayat sürmeyi elbette isteriz. Fakat, yıllar sonra geriye bakıp da mutlu olmadığımızı ve hatta hiç yaşamamış olduğumuzu düşünmemiz, bize çok acı verir herhalde. Yaşamak aslında yaşadığımız süre değil, bu süre içinde yaşadığımızın ve özellikle de mutlu olduğumuzun farkında olduğumuz anlarımızın toplamıdır. Hiç yaşamamış gibi bir duyguya kapılıyorsak eğer, yaşantımızın bu en önemli gayesinin pek farkında olmadığımızdandır. Bir defa yaşanan ve bir daha yaşanmayacak olan bu muhteşem hayatın her anını uzun ince bir yolda yürür gibi adım-adım içimize sindirerek yürümediğimizdendir. Çok uzaklardaki başarı ve güzellikleri düşünmekten, yaşadığımız şu anın ve çevremizdeki güzelliklerin farkında olamadığımızdandır. Evet, “mutluluk ve başarı bir yoldur, varış noktası değil.” Yaşamımızı, gözünü varış noktasına dikmiş ve bundan dolayı çevresinde olup bitenden habersiz olan bir yarışçı gibi yaşamak yerine, yolu yürürken efe oyunundakine benzer figür zenginliklerini de yaşantımıza katarak mutluluğumuza katkılar yapabilmeliyiz.
Bu bilinçle yaşarsak belki ara sıra kendimize mutlu olup olmadığımızı sorma cesaretini de gösterebiliriz. Gerçi bu sorumuzun yanıtını bulmak pek kolay değildir. Çünkü, sorumuzun yanıtı, kişiden kişiye değişen mutluluk anlayışımızda yatmaktadır. Yani onu nasıl algıladığımız, mutluluktan ne anladığımız çok önemlidir. Zira; mutluluğumuza katkıda bulunan sağlığımız, paramız, dostlarımız gibi etkenlere tam olarak sahip olsak da mutlu olmak için önemli olan zihinsel tutumumuzdur. Etrafımızdaki insanlara bakacak olursak karşılaştıkları benzer sorunlardan kimisi üzüntü, stres ve mutsuzluk çıkarırken, diğeri mutluluk çıkarabilmektedir. Bunun altında herhalde algılama ve değerlendirme farklılığı yatmaktadır.
Mutluluklarımızı yaşanıp yaşanmayacağı bile belli olmayan gelecekteki olaylara yani gelecekte alacağımız eve, arabaya, çocuğumuzun okulu bitirmesine, evlenmelerine, emekli olmamıza endekslemek doğru değildir. Tabi ki bunlara benzer şeyleri yaşadığımız zaman mutluluğu hissetmemiz doğaldır. Fakat sadece bu büyük hedefleri mutluluk zannedip bunlara ulaşıncaya kadar geçecek zaman diliminde diğer küçük mutluluklarımızın farkında olmadan yaşamamız, yani mutluluğu ertelememiz içimizde boşluk ve hayatın anlamsızlığı gibi bir his uyandırarak genel anlamda mutsuz olduğumuzu hissettirebilir bize. Çevremizde her şeyi olduğu halde “mutsuzum” diyen birçok insan tanıyoruzdur. Zira, mutluluğun küçüğüyle yetinmesini bilmeyenler ya da bunu fark edemeyenler, hayallerindeki büyük mutluluklara ya ulaşamayacaklar ya da ulaşsalar bile belki de tatmin olmayacaklardır. Oysa, zaman akıp gitmektedir ve mutlu olmak için şu andan daha iyi bir zaman yoktur. Aslında, mutluluğumuzu önemli gelişmelerle birlikte, daha çok küçük şeylerin farkında olarak sağlayabiliriz. Zira, yaşam yolu boyunca bizlere mutluluğu tattıracak o kadar çok farkında olmamız gereken güzellikler var ki! Mutluluk belki de bir bebeğin gülümsemesidir. Yavrumuzun açtığımız kollarımıza koşmasıdır. Bir kelebeğin dans ederek uçmasını seyretmektir. Bir kuşun ötüşünü duyabilmektir. Çimlerin üzerinde sere serpe uzanmak, bir dostla karşılaşıp kucaklaşmak, sevdiğin birileriyle beraber olmaktır. Yeni bir güne başlarken pencereden dışarı bakıp dünyanın, parlayan güneşin ve kainatın bütün muhteşemlikleri ile bizim için var olduklarını ve döndüklerini düşünebilmektir mutluluk. Aldığımız nefestir, attığımız adımdır, özgürlüktür, sağlıktır, helal kazançtır, yardımlaşmadır, paylaşmadır, sevgi alıp vermedir, bir gülümsemedir mutluluk. Belki de hayat mücadelesini kazanmak uğruna yorgun düşüp, yığılıp kalmaktır mutluluk. Evet, bunlara benzer küçük mutlulukların her gün bir çoğunun farkında olabilir ve içimizde hissedebiliriz.
Bunlar yanında; hayatımızı her alanda anlamlandırarak, kendimizin olduğu kadar diğer insanların da iyiliği için çalışarak, bencil olmayarak, çevremizden ve kendimizden beklentilerimizi aza indirerek, inancın ve manevi yaşamın ruhsal yapımız üzerindeki olumlu gücünden yararlanarak ve ilgi duyduğumuz, sevdiğimiz bir şeylerle uğraşarak mutluluğumuza önemli katkılar yapabiliriz.
Yaşantımızda birçok sorunla karşılaşmamız doğaldır ve belki de ömrümüz hep aşmamız gereken engellerle dolu olacaktır. Bu nedenle yaşamak bize sıkıntı verebilir. Bazı durumlarda kendimizi yetersiz ve güçsüz hissedebiliriz. Ancak yine de her gün bizi hayata bağlayacak bir şeyler bulabiliriz. Çünkü, her gün yeni bir gündür. Yaşamı zorunlu bir sürüklenme ve katlanma olarak düşünmeyi bırakarak, olumsuzluklar kadar olumlu gelişmelerin de olduğunu görebilmemiz, yoklarımız kadar hatta daha fazla varlarımızın olduğunu bilmemiz gerekir. Hayallerimizle, hayatın gerçekleri arasındaki farklılıklar bizleri mutsuz etmemeli. Bence, hem hayal edebilmek mutluluktur hem de hayatın inişli çıkışlı, sürprizli gerçeklerini yaşamak ve bunları kabul etmek mutluluktur. Hiçbir katkımız ve çabamız olmadığı halde bize bahşedilen gören gözümüz, duyan kulağımız, düşünen aklımız, yürüyen ayağımız, konuşan ağzımız ve duygularımız var. Evet, insanoğlu olarak sahip olamadığımız bazı şeyleri mutluluğumuzu etkileyecek şekilde abartmamız ve diğer yüzlerce varlarımızı dikkate almamamız bizi mutsuz etmektedir.
Biz insanlar sürekli sorun üretmeyi, biriktirmeyi ve bu sorunlarla yaşamayı severiz. Endişelenip korkular üretiriz. Hayatımızda olumsuzluklara ve uygunsuzluklara çok yer veririz. Keşke, yaşantımızda ve çevremizde en az kötülükler ve olumsuzluklar kadar güzelliklerin ve iyiliklerin de bulunduğunu görebilsek. Zira, “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.” Var olan ve var olacak sorunlarımızın yaşıyor olmamızdan kaynaklandığını unutmayalım. Her şeye rağmen yaşıyor olmak güzel ve bunun tadını çıkarmaya çalışalım. Unutmayalım, dünya biz olmadan da vardı, bizden sonra da var olacaktır. Gereksiz yere kaygılar üretip enerjimizi boşa harcayıp moralimizi bozacağımıza, kaygılanmayı bir kenara bırakıp, karşılaştığımız sorunu en doğru ve en güzel şekilde nasıl çözeceğimiz üzerinde yoğunlaşmamız, bizi gereksiz stresten, umutsuzluktan ve dolayısıyla mutsuzluktan koruyacaktır.
Mükemmel ve hatasız olma isteğimiz sırtımızda taşıdığımız bir yük gibidir. Hepimiz zaman-zaman eksik ve yanlış şeyler yapıyoruz. Pişmanlık duyduğumuz davranışlarımız mutlaka vardır. Ancak bu hatalarımızdan dolayı abartılı pişmanlık ve suçluluk duygusu bizi kendimizden nefret edecek duruma getirmemelidir. Bu durum kendimizi cezalandırmak, acı çektirmek ve haksızlık etmektir. İnsanın en kötü ve en mutsuz anı kendisine güveninin, saygısının kalmadığı ve kendisini suçladığı anıdır. Hayatı ve kendimizi fazla ciddiye almayalım. Belki de hayat, bir oyun ve eğlenceden ibarettir ve biz bu oyunda küçük bir rol almışızdır.
Gelin, bir sorunla veya olumsuzlukla karşılaştığımızda dünyayı kendimize zindan etmek yerine, bir yandan sorunumuza çözümler üretirken bir yandan da diğer sahip olduğumuz değerlerimizi hatırlayarak kendimize güç ve moral verelim. Böylelikle terazinin bir kefesinde yer alan ve kaçınmamız mümkün olmayan acılarımız, korkularımız, başarısızlıklarımız ve hayal kırıklıklarımıza karşılık, terazinin diğer kefesine umudu, neşeyi, güveni, güzellikleri, başarıları ve sevgiyi koyalım ki ruhsal dengemizi koruyarak mutluluğu yakalayabilelim. Unutmayalım, bir işimiz ters giderse dünyanın sonu demek değildir. Her sorunun birsürü çözümünün olduğunu bilelim ve umut edebilme yeteneğimizi asla kaybetmeyelim.
Zira; yaşantımızda umut bitmişse film kopmuş demektir. Acı ve üzüntülerle de olsa hayat filmimizi kopartmadan oynamaya devam edelim. Kim bilir belki şansımız bir gün döner ve film mutlu sonla biter.
Madem ki, yaşamımızın ana gayesi mutlu olmaktır. Öyleyse bu gayeye ulaşmak için ufak şeyleri dert etmeyelim. Hayatımızı anlamlandıralım ve güzelliklerin farkına vararak yaşayalım. Yaşamı telaşlı, korkulu ve yarış halinde değil, daha sakin, sevecen, sabırlı ve ılımlı yaşamaya çalışalım. Aslında mutluluk; her nefes aldığımızda hissedebileceğimiz, dışarılarda ve başkalarında değil içimizde bulup üretebileceğimiz, sürekli elde etmek ve almakla değil, kendimizden bir şeyler vermekle ve paylaşmakla çoğaltabileceğimiz bir duygudur. Böyle bir duyguyu hissedebilene, üretebilene, yaşatabilene ve paylaşarak çoğaltabilene ne mutlu.

Hiç yorum yok: