16 Ekim 2007 Salı

İnsan Olmak

İNSAN OLMAK

İnsan olarak doğmak en güzel bir başlangıç ve bir lütuf, “İnsan olabilmek” ise hayatta ulaşabileceğimiz en güzel bir sonuçtur.
Bu güzel başlangıçla, bu güzel sonuca ulaşmak zorlukları içerse de mümkündür ve büyük oranda bize bağlıdır. Biliyoruz ki, insan bilinen ve bilinmeyen yönleri ile çok farklı bir yaradılışa sahiptir. Tarafsız bir gözle inceleyecek olursak, şeklen insandan daha mükemmel bir yaratık düşünemeyiz. Hele bir de bu şekil mükemmelliğine aklını, düşünebilme yeteneğini, mantığını, hafızasını ve o paha biçilmez duygularını eklersek, akıllara durgunluk verecek derecede bir ihtimamla yaratılmış olduğumuz ortaya çıkar. Bu nedenle insan, yaratılanlar içerisinde en şereflisi ve en üstün değerlere sahip olanıdır. Dünya ve kainat onun için yaratılmış, onun hizmetine ve istifadesine verilmiştir. İnsan dışındaki bütün yaratıklar bilgisayar programlarındaki gibi ana program ve nedenlere dayalı olarak devreye giren alt programlarla belirli ve standart davranışlar sergilerler. Yani sebeplere bağlı olarak programlanmışlardır ve sonuçla ilgilenme, tahmin etme ve sonucu önemseme yetenekleri yoktur. İnsan ise sahip olduğu akıl ve mantık nimetlerini kullanarak ve kendisine bahşedilen cüzi iradesi çerçevesinde düşünme, inanma, duygularını kullanma, tavır ve davranışlarını belirleme gibi alanlarda önemli ve küçümsenmeyecek serbestliğe sahiptir. Yani diğer yaratıklar gibi standart programlanmamıştır. Davranışları bir seçimdir. Sonuçla ilgilenir, sonucu tahmin eder, önemser ve aynı zamanda da sonuçtan sorumluluk alır. Bu serbestlik içerisinde insan; yaradılış şeref ve değerlerine aykırı en kötü işleri de yapabilmekte ve böylelikle insan olmaktan uzaklaşmakta veya yaradılış gayesine uygun en güzel davranışları da sergileyebilmekte ve melekten de üstün olabilmektedir. İşte, “insan olmak” demek şeklen insan olmamız değil, irade serbestliği içerisinde oluşturduğumuz benliğimizin, yaradılışımızdaki şeref ve değerimize uygun olması ve güzel duygu, düşünce, tavır ve davranışlarda bulunabilmemiz demektir.
Bir yazımda şeklen insan olmamızın yetmediğini bunun bize gerçek manada “insan olmak” gibi bir yükümlülük getirdiğini belirtmiştim. Bu manada “insan olmak” çoğu zaman kolay olmuyor, bazen bütün bir ömür yetmiyor buna. Aslında, gerçek ve güzel anlamda insan olmanın ne olduğunu önyargılarımızdan ve korkularımızdan arınabilirsek hepimiz söyleyebiliriz. Ayrıca semavi ve Hak olan bütün dinler ve gönderilen peygamberler başta olmak üzere, insanlığın gelişmesine göre kendimizin belirlediği ve evrensel olan değerler ile oluşturduğumuz kültürel yapılar bu konuda bizlere ip uçları vermektedirler.
Evet, uğruna tüm güzellikleri ve intizamı ile dünya ve kainat yaratılmış olan biz insanlar bunun farkında olarak “insanca” düşünüyor, yaşıyor, davranıyor muyuz? Sevgi dolu olmak, yardımlaşmak, paylaşmak, zararlı değil faydalı olmak, iyilik peşinde olmak, haklara riayet etmek, kendini geliştirmeye açık olmak, insanın değerini bilerek hareket etmek, hoşgörülü ve bağışlayıcı olmak, insanlık onuruna saygılı olmak, sabırlı ve olumlu olmak, her şeyi kendi çıkarlarına göre değerlendirmemek, tutarlı ve dürüst olmak, esnek olmak, işbirliğine açık ve yapıcı olmak..... gibi bizi yaradılış gayemize uygun güzel ahlaklı insan olmaya götüren bu ve bunlara benzer duygu, düşünce ve davranışları bilinçli ve samimi, olarak sergileyebiliyor muyuz? Yoksa gurur, kibir, kincilik, kıskançlık, bencillik, ölçüsüz hırs, insanları değersiz ve hor görme, hakkına razı olmama ve başkalarının hakkını gasp etme, hoşgörüsüz ve katı olma, insanlık onuruna saygısız olmak, sevgisiz ve gaddar olmak, insanlık zararına işler yapmak, sabırsız ve olumsuz olmak, her şeyi kendi çıkarlarına göre değerlendirmek, tutarsız olmak, yalan ve riyaya yönelmek, bozguncu ve kavgacı olmak, haksız yere insanların canına kıymak ... gibi bizi adım adım kendi elimizle insan olmaktan uzaklaştıran duygu, düşünce ve davranışları mı sergiliyoruz?



Bizler dünyaya başkalarının başına bela açmak, zarar vermek, canlarına kıymak, insanları üzmek ve mutsuz etmek için gelmediğimiz halde, gaz odalarını yaptırıp, binlerce insanı içine doldurarak zehirleyen ve sabun malzemesi yapanları, yerleşim birimlerine atom bombaları atarak masum insanları yakıp kavuranları, hırs ve bencillikleri yüzünden dünya savaşları çıkararak milyonlarca insanı birbirine kırdırtanları, maddi çıkarlar uğruna fitne ve fesat çıkararak insanlar arasında huzuru ve güveni sarsanları biliyoruz ve çevremizde üzülerek görüyoruz. Bu tür insanların “insan olmak” tan yana nasiplerini aldıklarını ve bahşedilen şerefe uygun hareket ettiklerini söyleyebilir miyiz.?
O halde, yaşantımızın her anında “insan olma” çabamızı ve isteğimizi samimi olarak sürdürelim. Para, mal, şöhret, mevkii gibi maddi ve görünen değerleri ne pahasına olursa olsun kazanmayı her şeyin önüne koymayalım. Kültürümüzden gelen güzellikleri evrensel değerlerle de bezeyelim. Elimize ve dilimize sahip olarak insanların arasında güven ortamının oluşmasına yardımcı olalım. İnsanları ilgiyle yargılamadan dinleyelim. İnsanlarla dostluk kurmaya çalışalım.
Fen ve matematik gibi ilmi ve maddeye hükmeden bilgilerimizi arttırmanın yanında, insani ve manevi bilgilerimizi ve değerlerimizi de önemseyelim, geliştirelim. Kendini bilen ve insanların da onu bildiği bir açıklık, dürüstlük ve tutarlılıkta olalım. Sorumsuz, aciz ve insanlara yük olma yerine, sorumlu, etkili ve insanlara yardım etmeyi amaçlayan bir yaşantıyı tercih edelim. Kavgacı ve uzlaşmaz olmayalım. İnsanlara; “Sana değer veriyorum, seni seviyorum, sana güveniyorum, seni dinliyorum, onuruna saygılıyım”ı söz ve davranışlarımızla sergileyerek uzlaşma ve barışa katkılar yapalım. Çatık kaşlı ve etrafa korku salan biri olma yerine, güler yüzlü ve çevremizde sevgi, güven ve işbirliği ortamı oluşturmaya çalışalım. Bencil olup her şeyi kendi çıkarlarımıza göre değerlendireceğimize, yaşamımızda bir insanı kurtarabilmek, birileri için iyi bir şeyler yapabilmek için gayret sarf edelim. Kimsenin sahibi ve kimseden üstün olmadığımızı bilerek hareket edelim. Karşımızdakinin duygu ve düşüncelerine anlayış, kişiliğine saygı duyalım. Böylelikle hem kendimizi hem çevremizdekileri rahatlatalım. Çevremizden göreceğimiz ilgi, yardım ve herhangi bir güzel davranışı da teşekkürle karşılayalım. Olumsuzluklarda ve yanlışlıklarda genellikle “benim hatam”, “ben yanlış anladım” gibi “ben” dilini, olumlu ve güzel gelişmelerde de “senin katkın”, “senin başarın” gibi “sen” dilini kullanalım.
Sivri dil kullanma yerine, her zaman nazik, saygılı ve anlayışlı olalım. Hiçbir zaman insanları aşağılama, utandırma, suçlama ve gruplara ayırma yolunu seçmeyelim. İnsanlarla birlikte diğer canlılara da şefkatli ve merhametli olalım. “İnsan olmak” ve insana yakışır güzel davranışlarda bulunmakla ilgili bunlara benzer yüzlerce öneriyi birlikte sıralayabiliriz.
Öyleyse gelin; elmas ve inci gibi değerli taşlardan oluşan vitrini düzenleyen birinin gösterdiği ilgi, beğeni ve özenin en azından benzerini biz de dünyanın ve kainatın gerçek incisi olan insana gösterelim. Unutmayalım; kendisine ve çevresine üzüntü ve sıkıntı veren olumsuzluklarından kurtularak, hayatını güzelliğe, iyiliğe sevgiye, gelişmeye ve paylaşmaya adamış “insan gibi insan olmak” ulaşabileceğimiz en güzel bir sonuçtur. Ne mutlu bu sonuca ulaşarak, bu dünyada “insan” olarak yaşayıp, ayrılanlara.

Hiç yorum yok: