16 Ekim 2007 Salı

Çocuklarımız

En değerli varlıklarımız çocuklarımızdır. Bu günümüzün sevinci, mutluluğu, geleceğimizin umududurlar. Bu nedenle onlar için maddi-manevi fedakarlıklar yapıyor, birçok sıkıntılara katlanıyoruz. Fakat çoğu zaman bunların yeterli olmadığını görüyoruz. Çünkü kendi çocuklarımızda ve çevremizdeki gençlerde gördüğümüz davranış bozuklukları, kötü alışkanlıklar, kendine güvensizlikler,içine kapanıklıklar, çevresiyle uyumsuzluklar, yaşama sevinci eksikliği ve coşkusuzluklar, sorumsuzluk ve başarısızlıklar, fikrini rahatça söylememe ve kendini değersiz görme gibi kişilik zaafları hepimizi üzmektedir.
Bu konuda üzülmemiz en azından olayın farkında olduğumuzu gösterir. Ancak bu yeterli değildir. Çünkü çocuklarımızın bu durumda olmaları bir sonuçtur. Bu sonucun nedenlerini samimi bir özeleştiriyle bulup ortadan kaldırmaya çalışmalıyız. Özeleştiri diyorum çünkü bütün bu olumsuzlukların sorumlusu bizleriz. Zira doğuştan iyi yada kötü insan, kendine güvenli yada güvensiz insan yoktur. Sonradan başta aile ve çevre olmak üzere çocuk bir hamur gibi şekillendirilerek bu sonuçlara ulaşılır. Usta iyi ise hamur iyi şekillenecek, usta kötü ise şekil bir şeye benzemeyecektir. Öyleyse usta olarak bizim kendimizi gözden geçirmemiz, eksikliklerimizi gidermemiz ve kendimizi geliştirmemiz gerekmektedir.
Aksi halde çocuklarımıza istemeden kötülük yapmış oluruz. Hiçbir anne baba çocuğuna kötülük yapmak ister mi? Elbette istemez. Ama bilinçsizce davranışlarımız yüzünden kişilik zaafları oluşmuş bir genç yetiştirmişsek ona bundan daha büyük bir kötülük yapılabilir mi? Çocuğumuzun artık telafisi mümkün olmayan kişilik zaafları ile büyümüş olduğunu fark etmek bizler için ne acı verici bir durumdur. Bu duruma düşmemek için birçok fedakarlıklarımızın yanına çocuklarımızın ihtiyacı olan koşulsuz sevgiyi, bilinçli ilgiyi, demokratik bir aile düzeni içinde kendileri ile dostluk kurmayı ve onurlarına saygılı olmayı da koymamız gerekir.
Olgun olmayan ve davranış bozuklukları gösteren bir ailede çocuk olmak ne onur kırıcı bir şeydir. Korkutulmak, dövülmek, sövülmek, bağırılmak, aşağılanmak kısacası dış güçlerle yönetilip sağa sola itelenmek, değersiz görülmek. Bu tutum muhteşem gelişme potansiyeline sahip varlığı her gün budamak, bodurlaştırmak demektir.
Eğer seçim şansımız olsa bizler böyle bir ailenin çocuğu olmak ister miyiz? Sevgisini kullanarak bizim kişiliğimizi değiştirmeye çalışan, sürekli kendi fikirlerini ve isteklerini tepeden konuşmalarla bize empoze eden, bize güven duyduğunu belirtmeyen, her davranışımıza ve her ayrıntıya karışan, hatalarımızı kabahat olarak görüp cezalandıran, kullandıkları sivri dil ile öz saygımızı zedeleyen ve nesneleri özellikle de parayı bizden daha değerli gören bir aile yapısı ve anlayışı içerisinde çocuk olmayı hangimiz isterdik?
Böyle bir ortamda yetişen çocukta kişilik zaaflarının olmaması mümkün mü? Bilinçsizce davranışlarımız sonucunda oluşturduğumuz bu kişilik zaaflarını, sonradan çok şeylerimizi feda etsek bile ortadan kaldırabilir miyiz? Onun için kendimizi ve aile yapımızı gözden geçirelim. Çocuklarımızın yaşantıları boyunca etkilenecekleri olumsuz duygu, düşünce ve davranışlar geliştirmelerine sebep olmayalım.
Bizim çocuğumuz olmalarından dolayı onları cezalandırmayalım. Zira aynı çocuk değişik aile düzenlerinde farklı meziyet ve davranışlar edinecektir. Kendini geliştirmiş daha olgun bir ana babanın elinde daha güzel meziyetlerle hayata atılabilecek olan çocuğumuzun var olan akıl ve öğrenme kabiliyetlerimizi kullanmamamızdan ve buna bağlı olarak yanlış davranışlarımız yüzünden kabiliyetlerinin gelişmemesi veya körelmesi halinde onu cezalandırmış olmaz mıyız?
Onların yaşlarına, gelişmelerine ve kabiliyetlerine göre istekli oldukları, ilgi duydukları alanlarda bizim ilgisiz kalmamız veya bazı maddi değerleri daha ön plana çıkararak yardımcı olmamamız halinde, onların bu ilgi ve heveslerinin geçmesinden sonra biz istesek ve daha fazla maddiyatı gözden çıkarsak bile onlara bu meziyetleri sonradan kazandırabilir miyiz? Kısacası onların gelişmelerine uygun olarak kendimizi geliştirmemiz buna bağlı olarak bilinçli davranmamız ve maddi olanaklarımız içerisinde en iyisini yapmamız gerekiyor. Aksi halde çocuklarımızın bize maddi ve manevi hakları geçecektir.
Hiç büyümeyeceklermiş gibi gelen çocuklarımızın çok kısa bir süre sonra karşımıza bıyıklı bir delikanlı veya güzel bir gelinlik kız olarak dikilmeleri bizleri şaşırtmasın. Zira onlar çok çabuk büyüyorlar ve onlarla birlikte geçireceğimiz anlar sınırlıdır. Bu bilinçle onlarla manevi köprüler kuralım ve imkanlarımız ölçüsünde her alanda gelişmelerini destekleyelim.
Çocuklarımız dünyanın en nadide çiçekleridir. Onların renkleri ise; coşkuları, gülümsemeleri, gözlerinin ışıltısı, düşüncelerini rahat ifade edebilmeleri ve kendilerine güven duymalarıdır. Bu renklerin bir ya da birkaçını soldurursak çiçeğimiz artık hayranlık uyandıran bir durumda olur mu? Çiçeklerimizin renklerini elimizle soldurmayalım. Bunun için ne sera ortamı gibi özel iklimler oluşturalım, ne ilgisiz bir ortamda kendi başına bırakalım, ne de aşırı baskıcı bir ortamda gelişmelerini engelliyelim. Yapmamız gereken şey çiçeğimizin güzel kokulu ve renkli olarak gelişmesi için doğal, içten ve sürekli olan sevgiye, saygıya, hoşgörüye, esnekliğe ve onur eşitliğine dayanan demokratik bir aile ortamı oluşturmaktır.
Demokratik aile ortamı için, yanlış da olsa güçlü olanın sözünün geçerli olduğu sen bilmezsin, yapamazsın, acizsin ben bilirimli Sen-Ben düzeninden, Biz Bilinçli bir aile düzenine geçmemiz gerekir. Biz Bilinçli ailede çocuğa istersen yapabilirsin, başarabilirsin denir. Gerektiğinde ailenin desteğinin, yardımının kendisinin yanında olacağı hissettirilir, söylenir. Ne güzel değil mi çocuğa sen yapabilirsin ama ihtiyaç duyduğunda biz buradayız, yanındayız denmesi? Hangimiz böyle bir durumda kendimize güven duyarak büyük işlere kalkışmayız?
Aslında bu olayın temelinde çocuğumuzun gelişme ve kabiliyetlerine göre ona sorumluluk yükleme ve cesaretlendirme vardır. Biz Bilinçli ailede güven ve dayanışma paylaşılan ortak değerlerle sağlanır. Yani aileyi ilgilendiren her şey konuşularak ortak hedefler belirlenir. Çocuklarında belirlenen bu hedeflerde görüş ve düşünceleri alındığından katılım gönüllü olur. Öyleyse çocuklarımızın kendilerine güvenli olmaları için onlara sorumluluk verip onları cesaretlendirelim. Birçok konuda onların görüş ve düşüncelerini dinleyelim ve kararlarımıza katalım. Biz duygusunu geliştirmek için aile olarak ortak faaliyetlere, eğlencelere, oyunlara vakit ayıralım. Ayrıca her bir çocuğumuzun yaşına ve yaradılışına göre kişisel zevk ve eğilimlerinin farklı olabileceğini göz önüne alarak onlara ayrı ayrı da özel zamanlar ayıralım. Onlarla ilişki ve iletişimlerimizde bu noktayı gözden uzak tutmayalım.
Göreceksiniz bu durumda her şey çok farklı olmaya başlayacaktır. Yeter ki şu hastalıklara yakalanmayalım, yakalanmışsak bunlardan mutlaka sıyrılalım.
1- Mükemmeliyetçilik hastalığı
2-Yerme, eleştirme, küçük görme hastalığı
3- Her şeyi ben bilirim hastalığı
4- Kızma, bağırma, hiddetlenme hastalığı
5- Ölçüsüz cezalandırma ve dövme hastalığı
6- Aile içi kişisel sınırların ve hakların kabullenilmemesi hastalığı
Bunlar çocuklarımızla ilişkilerimizi bozan ve aile huzurumuzu alt-üst eden hastalıklardır. Bu hastalıklarımız yüzünden onlar için çalışıp oluşturduğumuzu söylediğimiz yuvalarımızın içinde onları hem rahat ettirmiyoruz hem de onların duygu ve düşüncelerini olumsuz yönde etkileyerek renklerini birer birer solduruyoruz.Gelin; ailemizde sevgi ortamını oluşturalım. Sevgi ortamında onur eşitliği vardır. Bu ortamda çocuğumuzu mutlaka dinleyerek duygularına ve gelişimlerine önem vermek vardır. Suçlama ve yerme yerine başarılarını bulup övmek vardır. Varlığını ve kişiliğini kabul etmeyerek seçme ve karar alma özgürlüğünü tanımama yerine ona, “varsın, değerlisin ve istersen yapabilirsin” demek vardır. Zehirli terbiye metotları kullanarak sevilmediği ve normal olmadığı izlenimini yaratarak öz yıkıcı bir kişiliğe sahip olması yerine normalsin ve sevilmeye layıksını çocuğumuza davranış ve sözlerimizde hissettirmek vardır. Onları uzaktan uzağa içimizden sevmek yerine kucağımıza almak, oynaşmak yani birçok ruhsal dengesizliğin ilacı olan fiziksel teması sağlamak vardır. Annelik- babalık makamının arkasına sığınarak ilişkilerimizi niteliksiz olarak sürdürmek yerine çocuklarımızın gönlünde dostluk makamına yükselerek ilişkilerimizi nitelikli olarak sürdürmek vardır. Ailede sevgi ortamını oluşturarak çocuklarımızın gönlünde dostluk makamına ulaşmak ve onların dostu olabilmek bir anne baba için ne güzel ve ne onur verici bir durumdur.
Bizim gözümüzde çocuklarımız önemli olduğu kadar onların gözünde de bizler önemliyizdir. Kişisel bütünlüğümüz, sabrımız, sevecenliğimiz, sakinliğimiz, öfkemiz, yardımseverliğimiz, haklara ve haksızlıklara bakışımız, hoşgörümüz, alışkanlığımız vb. davranışlarımız çocuklarımız tarafından sürekli olarak izlenir. Çünkü bu davranışlarımız onların hem şu anlarını hem de kendilerine bir model arayışı içinde olduklarından geleceklerini etkilemektedir.
Öyleyse, bencillik ve tembellik duygularımıza yenilerek, en değerli varlıklarımızın hem şu anlarını hem de geleceklerini bilinçsizliğimiz yüzünden karartmayalım. Onlar için kendimizi yenileyelim, geliştirelim. Böylelikle dört duvardan oluşan evimizi sıcak bir yuva haline dönüştürelim. Bir daha yaşanılmayacak olan şu anı onlarla güzel ve mutlu olarak yaşayalım. İnsanlık alemine sağlıklı, başarılı ve ruhsal açıdan dengeli nesiller kazandıralım. Dünyadan da bu gururu taşıyarak ayrılalım.

Hiç yorum yok: