16 Ekim 2007 Salı

Dayak

Keşke böyle bir yazı yazmanın gerekmediği ve bu ad altında bir fiilin aklımızdan bile geçmediği bir toplumda, insanlık onuruna saygılı ve ruhsal dengeleri yerinde olan birer fert olarak yaşayabilseydik. “Dayak” insanlık onuruna saygısızlığın ve ruhsal dengelerimizdeki bozukluğun bir belirtisi olup, cana kıyma ve cana kastetme hariç, insana yöneltilen diğer bütün kötü davranışların en ağırı ve en çok zarar verenindendir. Durum böyle iken ne yazık ki çoğumuz dayağa meyilliyizdir. Evde çocuklarımız başta olmak üzere aile fertlerine, okulda öğrencilerimize, işyerinde çıraklarımıza, bakım evlerinde bakıma muhtaç olan yetersiz ve zayıf insanlara, hülasa gücümüzün yettiği herkese kendimize göre haklı gerekçeler bularak bu meylimizi ortaya koyar ve ruhsal bozukluğumuzu tatmin ederiz.
Bu, insanlık adına ne çirkin ve ne kötü bir davranıştır. Benim dayak konusundaki görüş, düşünce, algılarıma ve uygulamalarımın değişmesine başlangıç niteliğinde olan bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Çalıştığım kurumumun düzenlediği hizmet içi kursunda İngiliz uyruklu ve fakat bir Türk’le evli olduğu için üç yıldır ülkemizde yaşayan Shirly (şörlü) isminde bir bayan öğretmenimiz vardı. Onunla iki yılı aşkın bir süre hem İngilizce’yi ana lisanı olan birisinden öğrenme, hem de kültürel etkileşimde bulunabilme fırsatını yakaladım. Shirly bir gün sınıfa girdi ve üzüntülü bir yüz ifadesiyle “Çocuğumun bakıcısını, oğluma bir tokat atarken gördüm. Ona çok kızdım ve işine son verdim. Hiç çocuk dövülür mü? Ben bu güne kadar çocuğuma bir tane bile vurmadım. Bizde çocuk dövülmeden yetiştirilir” diyordu. Shirly’nin bir tokata gösterdiği bu içten şaşkınlığı, kızgınlığı ve üzüntüsü çok dikkatimi çekmişti. Kültüründen mi yoksa kişisel gelişiminden mi kaynaklandığını bilemediğim bu tepkiyi biraz abartılı bulmuştum. Doğrusunu söylemek gerekirse biz, bir tokattan daha fazlasını keyfimize göre ve belki de periyodik olarak kendi çocuklarımızdan hiç esirgemiyorduk.
İster kültürümüzden, ister aldığımız eğitimden, isterse ana-babamızdan ve çevremizden geliyor olsun dayak olayına bakışımız ne yazık ki çoğunlukla Shirly gibi değildi. Dayak cennetten çıkmadır diyoruz. Kızını dövmeyen dizini döver diyoruz. Eti senin kemiği benim diyoruz. Kadının sırtından sopayı eksik etmeyeceksin diyoruz. Hocanın vurduğu yerde gül biter diyoruz. Baba döver de sever de diyoruz. Kulağının tozuna iki tane atınca aklı başına gelir diyoruz. Bu ve buna benzer yönlendirmelerle büyüdüğümüz ve evde ana-babamızdan, okulda öğretmenlerimizden, meslek öğrenirken ustamızdan, bazen herhangi bir nedenle amcamızdan, dayımızdan, komşumuzdan rastgele, bazen de eşek sudan gelinceye kadar dayak yediğimizden, ya da dayak yiyeni gördüğümüzden dolayı Shirly’nin normal olan tavrını abartılı bulmuş olmalıydım. O, bakıcısını işten çıkararak çocuğunu dayaktan kurtarmıştı. Fakat biz ana-babalıktan kendimizi azat edemeyeceğimize göre öncelikle aile içinde, sonra çevremizde, okulda ve yaşamın diğer alanlarında çocuklarımıza reva gördüğümüz dayak vahşetinden onları kim kurtaracaktı? Bu nasıl bir kültürdür, eğitimdir ve psikolojik durumdur ki, yetersizliğimizin, acizliğimizin, cahilliğimizin, sabırsızlığımızın ve sevgisizliğimizin bedelini o küçük ve savunmasız bedenlere akılsızca indirdiğimiz darbelerle ödetmeye çalışıyoruz. İnsanlık adına bu ne utanç verici bir durumdur. Geriye dönüp baktığımda kendimden utandığım ve adeta yüzümün kızardığını hissettiğim olayların başında ne yazık ki dayağa başvurmam ve bunu normalmiş gibi görmem gelmektedir.Evet, dayak kainatın efendisi ve en şerefli mahlukatı olan insana nasıl reva görülebilir? Birazcık farklı konumdayız ve bazı yetkilerimiz var diye, her zerresi bir nizam ve intizamla yaratılmış, fiziksel, duygusal ve ruhsal mükemmelliğe sahip bir insana, bu mükemmelliğini zedeleyecek şekilde davranmamız nasıl normal olabilir, bu nasıl bir hak olabilir? Dinimiz insanın kendi canına kıymasını ve eziyet etmesini en büyük günah olarak nitelemişken, bu durumda bir başkasının canına eziyetin karşılığı ne olabilir? Çocuklarımızın yanlış veya bilinçsiz hareketlerinin karşılığı kesinlikle dayak olamaz. Onlar, hiçbir şekilde dayağı hak etmiş olamazlar. Zaten, dayak yiyen birinin daha becerikli hale geldiği, kabiliyetinin arttığı görülmemiştir. Yani, birini küçültüp, aşağılayarak daha iyi bir konuma getirmemiz mümkün değildir.
İçimizde hiç dayak yemeden olgunluk yaşına gelen kaç kişi var bilemiyorum. Ama böyle kişilerin var olduğunu duymak beni çok mutlu ediyor. Peki içimizde dayak yediği zaman sevinen, mutlu olanımız var mı? Sanmıyorum. Çünkü dayak; sen değersizsin, sevilmeye layık değilsin, normal değilsin, hiçbir şeyi beceremezsin gibi mesajlar içerir. Halbuki insan varım, değerliyim, sevilmeye layığım, normalim ve becerikliyim gibi duyguları yaşamak ister. Bir tokat, bizi fiziken ve ruhen çöküntülere götürür. Duygularımızı alt üst eder. Benliğimizde kara delikler oluşturarak kendimize, çevremize ve dünyaya bakışımızı olumsuz yönde değiştirir. Bunların sonucunda da yaşantımızdaki coşkumuzu ve canlılığımızı yitiririz.
Bütün bunları ve daha fazlasını dayak yediğinde yaşayan, hisseden ve bundan dolayı büyük üzüntüler duyan kişiler olarak bizler, neden hala dönüp de çocuklarımızı eğitim ve yönlendirme adına dövmeyi tercih ediyoruz. Herhalde, dövülen kişi dövmeyi de öğrenmiş oluyor. Bunu normal bir olay olarak görüyor ve gücünün yettiğine uyguluyor. Ömrü boyunca da bu olumsuzluğunu, gaddarlığını, sevgisizliğini hiç sorgulama ihtiyacı bile duymuyor. Zira, dayağı benimseyenler için o bir tertip, düzen, disiplin ve kısa yoldan bir eğitim aracıdır. Bence bu; bencillik, sevgisizlik, yetersizlik, cahillik, acizlik, gaddarlık ve belki de en önemlisi ruhsal bir bozukluk halidir. Dayak eğilimli olan insanlar bu tutumlarını haklı çıkartacak bahaneler arayacaklarına, kendi ruhsal durumlarını gözden geçirmelidirler. Hepimiz biliyoruz ki, dayak korku düzeninin bir aracıdır. Korku düzeni ise bildiğimiz düzenlerin en kötüsüdür. Korkan insan hür sayılmaz. Kendini geliştiremez. Daha doğruya ve güzele ulaşmak için sorgulama yapamaz. Böylelikle iç dünyasında kin, nefret, intikam volkanları kaynarken, dış dünyasında bazen asi, geçimsiz, uyumsuz, bazen de pasif, içine kapanık, sessiz ve herkese uyabilen kişiliksiz biri olur.
Öyleyse gelin, ailemizde ve çevremizde sevgi ortamını oluşturarak kalıtımsal olan dayak zincirini kıralım. Dayağın olmadığı ve adının unutulduğu bir ilişkiler düzenini benimseyelim. Başta en değerli varlıklarımız olan çocuklarımıza ve herkese ilgiyle, işbirliğiyle, izahla, paylaşılan ortak değerlerle, sabırla, insanlık onuruna saygıyla ve en önemlisi sevgiyle yaklaşalım. Onlara; varsın, değerlisin, sevilmeye layıksın, normalsin, istersen yapabilirsin”i söz ve davranışlarımızla özümsetelim. Unutmayalım, ne ekersek onu biçeriz. Dayak ve bunun oluşturduğu korku düzeni “zehirli terbiye” yoludur. Çocuklarımızı bu yolla kendi elimizle zehirlemeyelim. Biz de bundan sonra Shirly’lere hep birlikte, “ Bizde de çocuklar dövülmeden yetiştirilir” diyelim.

Hiç yorum yok: